Stres, kişinin başetme yeteneğini aşan ya da zorlayan bir durum algılandığında ortaya çıkan otomatik tepkidir. Fizik biliminde; “maddenin kendi üzerine uygulanan güce gösterdiği tepki” anlamında kullanılan stres terimi; son 20 yılda fizyoloji, sosyoloji, psikoloji, psikiyatri ile diğer tıp alanlarında ve gündelik yaşamda herkesin kullandığı popüler kavramlardan biri haline gelmiştir.
Stres, pek çoğumuzun bildiği gibi, bizi zorlayan, kısıtlayan ve engelleyen olaylar, durumlar karşısında verdiğimiz tepkilerin tümüdür. Stres kavramı birçok insanın düşündüğü gibi sadece üzerimizde hissettiğimiz baskı ve gerginlikle sınırlı değildir. Sözlük anlamı olarak stres; 14. yüzyılda güçlük, sıkıntı, kötü talih anlamlarında; 17. yüzyılda felaket, bela, dert, keder gibi anlamlarda kullanılmıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda kavrama yüklenen anlam değişmiş; güç, baskı, zor gibi anlamlarda durum ve objelere bağlı, kişiye, organa veya ruhsal yapıya yönelik zorlamalar olarak kullanılmıştır. Walter Cannon 20.yüzyılın başlarında stresi acil durum tepkisi olarak tanımlanmış ve temelinde “biyolojik varoluş ve uyum” ihtiyacını görmüştür. Ona göre stres, organizmanın kendi yaşamını ve çevreye uyumunu tehdit eden bir uyarıcıya gösterdiği “savaş ya da kaç” tepkisidir. Stres, organizmanın fonksiyonunu bozan bir baskı, zorlama ve engellenmedir. Psikolojik anlamda stres, kişiye özgü ve tek olan bireysel bütünlüğü zorlayıcı ve bozucu bir etkendir. İnsanı, yakın duygusal ilişkilerden uzaklaştıran, verimliliğini düşüren ve en önemlisi hayattan aldığı zevki azaltan bir kuvvettir. Stres, kişinin başetme yeteneğini aşan ya da zorlayan bir durum algılandığında ortaya çıkan otomatik tepkidir.
Stres bir süreç olarak ele alındığında, olayları değerlendirme şeklimizden düşüncelerimize, duygularımızdan davranışlarımıza kadar pek çok boyuttan oluşur. Pek çok insan stresin, kişinin dışında gelişen çevresel nedenlerle oluştuğunu düşünür. Aslında stresi oluşturan, bu çevresel etkileri bireyin nasıl algıladığıdır. Kişi karşılaştığı olayları pek çok faktör ışığında değerlendirir ve yaşadığı olaylara bir anlam yükler, yaptığı bu değerlendirmeler sonucunda çevresindekiler sebebiyle stres yaşar ya da yaşamaz.
Toplumsal, ekonomik ve sosyal yönden hızlı değişikliklerin yaşandığı günümüzde stres, günlük hayatımıza daha çok girmekte ve gerek ruhsal gerekse de fizyolojik sağlık yönünden bireyleri etkilemektedir. Stresin bu tür etkilerinin yaygın olması da bireyleri; stresin ne olduğu, hangi koşullarda ortaya çıktığı ve ne tür sonuçlara neden olduğu gibi konularda araştırmalara yöneltmiştir.
Stres kavramının psikoloji alanında kullanılmasına ve araştırmalar yapılmasına 1950'li yıllarda başlanmıştır. Bazı araştırmacılar stresi dışsal uyarıcı olarak ele alırken, bazları da rahatsız edici tepkiler olarak tanımlamışlardır (Weitz 1970). Son zamanlarda en çok kabul edilen, Lazarus ve Folkrnan'in ileri sürdüğü etkileşim teorisi ile stresi; talepler ve kaynaklar arasındaki dengesizliğin sonucu ortaya çıkan durum olarak tanımlamaktadır.
Stres çoğunlukla olumsuz ve zararlı anlamda ele alınmaktadır, oysa ki bir parça stresin insanları yenileri aramak, çalışmak ve yaratmak konusunda harekete geçirdiği bilinmektedir. Hatta vücudun antikor üretebilmesi için bile belirli bir miktar strese ihtiyaç vardır.
Stres, birbiri ile örtüşen farklı biçimlerdedir: akut, episodik akut ve kronik stres.
Akut stres, yakın geçmişteki baskılar ve isteklerle, yakın gelecekte oluşması beklenen baskı ve isteklerin doğurduğu en yaygın stres biçimidir. Kısa süreli olduğu müddetçe çok büyük zararlar vermez. Akut stresin en yaygın belirtileri; öfke ve sinirlilik, endişe, depresyon gibi duygusal sorunlar; gerginlik başağrıları, sırt ağrısı, kas, tendon ve bağ dokusu sorunlarına neden olan kas gerginlikleri gibi kas sorunları; mide ekşimesi, mide asidi, gaz, ishal, kabızlık ve spastik kolon gibi mide ve bağırsak sorunları; geçici ve kısa süreli aşırı heyecanların neden olduğu kardiovasküler problemlerdir. Herkes hayatında zaman zaman akut stres yaşayabilir, ama bu durum tedavi edilebilir ve kontrol altına alınabilir.
Episodik akut streste ise kişiler akut stresi sıklıkla yaşar. Bu kişilerin düzensiz bir hayatları vardır. Sürekli oradan oraya koşuştururlar. Çok fazla sorumluluk alır ve bu sorumluluğun oluşturduğu talebi bir türlü organize edemezler. Episodik akut stres reaksiyonları gösteren kişilerin aşırı duyarlı, öfkeli, sinirli, endişeli ve gergin olmaları doğaldır. Çoğunlukla kendilerini, “asabi” olarak tanımlarlar. Bazen bu asabiyetleri saldırgan bir tutuma dönüşebilir. Episodik akut stresin bir başka türü de yüksek kaygı seviyesinden kaynaklanmaktadır. Kaygı seviyesi yüksek kişiler aynı zamanda aşırı hassas ve gergin olmaya yatkındırlar, ancak öfkeli ve saldırgan olmaktan çok endişeli ve depresif bir duygudurum içindedirler. Episodik akut stresin belirtilerini kısaca sıralayacak olursak: başağrıları, migren, yüksek tansiyon ve kalp hastalıkları v.b. Episodik akut stresin tedavisi, farklı seviyelerdeki müdahaleleri gerektirir. Episodik akut stres yaşayan kişilerin genellikle uzun süreli profesyonel yardım almaları gerekir.
Ancak bu tarz kişilerin yaşam biçimleri ve karakter yapıları o kadar kemikleşmiştir ki, bu kişiler yaşayış biçimlerinin hatalı olabileceğini düşünmezler bile. Sıkıntı ve üzüntülerinin suçunu başkalarına ve dış olaylara yüklerler. Genellikle yaşam biçimlerini, başkalarıyla olan ilişkilerini ve dünyayı algılayış tarzlarını, kim ve ne olduklarının birer parçası olarak görürler. Bu tarz kişiler değişime şiddetle karşı çıkar. Yalnızca acıdan ve sıkıntılarının neden olduğu rahatsızlıklardan kurtulma vaadi onları tedaviye ikna edebilir.
Kronik stres, akut stres gibi heyecan verici ve uyarıcı değildir. Kronik stres bedenleri, zihinleri ve yaşamları yavaş yavaş bozar. Bu süreğen yıpranma kişide ciddi hasarlar oluşturur. Bu, yoksunluğun, yoksulluğun, problemli aile yapılarının, mutsuz evliliklerin ve mecburen çalışılan işlerin oluşturduğu süreğen strestir. Kronik stres, kişinin içinde bulunduğu çok kötü durumdan hiç bir çıkış yolu bulamadığında oluşur. Hiç bitmeyecekmiş gibi gelen, şiddetli baskı ve gereksinimlerin oluşturduğu strestir. Umutsuzluğun yerleştiği kişi sonunda çözüm aramaktan vazgeçer. Bazı kronik stresler, çocukluktan gelen ve özümsenerek zihinde sonsuza dek kalan travmatik deneyimlerden kaynaklanır. Bazı deneyimler kişiliği derinden etkiler. Böyle bir ortama doğan kişi, dünyaya bakış açısı ya da inanç sistemi nedeniyle süreğen bir strese yaşar. Kronik stresin en kötü yanı insanların buna alışmasıdır. Onun varlığını bir süre sonra artık hissetmez olurlar. Kronik stres, intihar, kalp krizi, felç hatta bazen kanser hastalıklarına yol açarak ölümlere neden olur. Kronik stresin tedavisinde kişiliğin ya da kemikleşmiş görüş ve inançların yeniden oluşturulması gerektiğinden, iyileşme süreci genellikle profesyonel yardımla birlikte etkin bir iç hesaplaşmayı da gerektirir.
Stres psikosomatik bir çok hastalığı tetikler. Solunum yolu rahatsızlıkları, gastroentestinal şikayetler, hipertansiyon ve buna bağlı riskler, hormonal tabloda değişim ve dermatolojik şikayetler, bunlardan bazılarıdır.
Bizim kontrolümüzün dışında çalışan organlarımızı yöneten sinir sistemi bölümüne otonom sinir sistemi denir. Otonom sinir sistemi iki ana sistemden oluşur: sempatik ve parasempatik sinir sistemi. Bedenimizin iyiliğine yönelik olan parasempatik sinir sistemi ile uyarılmaya yönelik sempatik sinir sistemi arasında doğal bir denge vardır.Bu dengeye “Homeostazis” denilir. “Homeostazis’i” bozan her şey strestir. Sempatik sinir sisteminin uyarılması sonucu çarpıntı, sık nefes alma, mide kasılmaları, terleme, kaslarda gerilme, el ve ayaklarda soğuma, bulantı, baş dönmesi, baş ağrısı gibi belirtiler ortaya çıkar. Bedenimiz bir tehdit ile karşı karşıya kaldığında bu sistem uyarılır. ”Dövüş veya kaç” süreci tetiklenir. Beyin hipofiz bezini harekete geçirir, adrenalin salgılanmaya başlar. Kaslara ve beyne giden oksijen artar, enerji artışı olur. Zihin açılır, gözbebekleri büyür, kaslar kasılır. Adrenalin depoları boşalır. Böylelikle organizma mücadeleye hazır hale gelir. Bu durum uzun sürerse damarlar büzülür, tansiyon yüksek olmaya devam eder, karaciğer kana glikoz, kollestrol, yağ asitleri gibi enerjileri pompalamaya devam eder. Parasempatik sinir sistemini devreye sokamazsak, fazla yağlar ve şeker yakılamaz, enerji depoları boşalır, organ faaliyetleri aksar, psikosomatik hastalıklar ortaya çıkar. Kronik hastalıklar, kronik yorgunluklar böyle uzun süren streslerin sonucunda ortaya çıkar. Bu durumu düzeltmek için parasempatik sinir sistemimizi devreye sokulmalıdır. Parasempatik sinir sistemi vücudun onarım, dinleme, rahatlama, sindirim faaliyetleri açısından önemlidir. Bu sistemin özelliği kendi kendine harekete geçmeyip beyinden emir beklemesidir. Kişi stres yönetiminde başarılı ise rahatlama, olumlu düşünme, nefes teknikleri gibi becerilerle stresin organlarımıza etkisi önlenmiş olur. Zihin karışıklığı , unutkanlık, dalgınlık, uykusuzluk ,aşırı yeme, iştahsızlık, ağlama, depresif durum, sinirlilik, öfke, sıkıntı, huzursuzluk gibi belirtiler stresin beyin kimyasında doğrudan geliştirdiği semptomların bazılarıdır. Zaman baskısı, başarı baskısı, hızlı yaşantı, rekabet, kıskançlık, zorunluluklar gibi zihinsel şartlanmalar beyin kimyasının sağlıklı işleyişini bozmaktadır. Beyinde serotonin azalması, noradrenalin azalması depresyona, bazı bölgelerde noradrenalinin aşırı salgılanması ise panik bozukluğuna neden olmaktadır. Kişide eğer yatkınlık varsa dopaminerjik sistem bozularak psikotik depresyonlar veya şizofrenik tepkiler ortaya çıkabilmektedir.
Gerçek yaşamda sorun çözme ya da stresli olaylarla başa çıkabilme, psikolojik sağlık ve uyumla ilişkilidir. Çevre ile etkileşimlerimiz sırasında engelleyen, sinirlendiren, tedirgin eden olaylar bizi zorlar. Bunlar boşanma, bir yakınının kaybı ya da ayrılık, ölümcül hastalık, hayat pahalılığı, trafik, gürültü, okul başarısızlığı, sınav kaygısı, savaş, tecavüz ya da doğal afetler gibi olumsuz etmenler olabileceği gibi; evlenme, terfi, kariyer değişikliği gibi olumlu yaşam olaylarını da kapsayan çok geniş bir yelpaze içinde değerlendirilebilir. Genelde herkes için travmatik sayılabilecek bir olayın ardından tepkilerin yavaşlaması, dış dünyaya ilginin azalması normaldir.
Stresin fizyolojisi üzerine önemli araştırmalarda bulunmuş olan Hans Selye (1936), stresli bir durumla karşılaşan bireyin vücudunda belirli değişiklikler olduğunu belirlemiş ve bu değişiklikleri “Genel Uyum Sendromu” adını verdiği üç süreçte açıklamıştır. Bu üç aşamalı sürecin evreleri ise şunlardır: Alarm Tepkisi: Organizma, stres kaynakları ile karşılaştığında biyokimyasal değişiklikler göstermekte ve kendini korumaya hazırlanmaktadır.
Direnç Dönemi: Stres kaynağının etkilerine rağmen uyum devam ederse, direnç dönemine geçilir. Bu dönemde organizmanın alarm tepkileri hemen hemen kaybolmakta ve direnç normalin üstüne çıkmaktadır.
Tükenme dönemi: Organizmanın uyum sağlamaya çalıştığı stres faktörleri aynen ve uzun süre devam ettiğinde uyum kaybolur. Alarm dönemindeki tepkiler tekrar görülür, ama artık değiştirilemez ve bireyde sistematik yıpranmalar ve ölüme kadar varabilen anomaliler meydana gelir.
Stresin dışsal uyarıcı olarak ele alınmasında araştırmacılar, stresi ortaya çıkaran koşullan belirlemeye ve bazı yaşam olaylarının kültürden kültüre değişen stres yüklerini sıralamaya çalışmışlardır. Ayrıca stresli koşulların, tehlikeli ya da tehdit edici olarak algılanmasında kişilik özelliklerinin ve baş etme yeteneklerinin önemli olduğunu da belirtmişlerdir (Lazarus 1976).
Baş etmenin genel olarak algılanan tehdidi ya da problemi hafifletme amacının olduğu kabul edilirse, başetme davranışı bir süreçtir ve bütün stres tanımları 4 süreci içermektedir (Lazarus 1993);
*stres kaynağı olarak tanımlanan içsel ya da dışsal bir ajan,
*stres durumunun zihin ya da fizyolojik sistem tarafından değerlendirilmesi,
*stresli taleplerle ilgili olarak zihin tarafından oluşturulan başa çıkma süreçleri,
*sıklıkla stres tepkisi olarak tanımlanan zihin ve bedensel etkilerin karmaşık yapı göstermesi.
Stresin immun sistemi baskıladığı artık tartışmadan kabul edilen bir gerçektir. Bu konuları Nöropsikoimmunoloji inceler. Sinir sistemi, hormonal sistem ve bağışıklık sistemi arasında varlığı kanıtlanmaya çalışan ilişkileri araştırmaktadır.
Yaşamımızı son derece zorlaştıran, hatta belirli bir dozun üzerine çıktığında bizi hastalandıran stresle başetmenin en iyi yolu, kişinin kendisinde strese sebep olan şeyleri farkedip kontrol altına almasıdır. Folkman ve Lazarus (1988), stres ve başa çıkma arasındaki ilişkinin sürekli olduğunu ve stresin başa çıkmaya neden olduğunu belirtmektedir. Folkman (1984) tarafından başa çıkma; stresli etkileşim yoluyla yaratılan içsel dışsal istekleri kontrol etmek yada azaltmak için yapılan bilişsel yada davranışsal çabalar olarak tanımlanmaktadır. Stresle başa çıkma çabaları, bireyin davranışları ile çevresel talepler arasında bir aracıdır ve strese karşı onun etkilerini en aza indirmede bir tampon görevi gösterir. Başa çıkma stratejileri ya durum üzerinde doğrudan etki gösterir (problem odaklı başa çıkma) ya da duygusal tepkileri yönetir (duygusal odaklı başa çıkma). Ancak probleme yönelik baş etme stratejilerinin daha uyumlu, kişiyi daha çok geliştirici; duygulara yönelik stratejilerinin ise uyumsuz, savunucu ve gelişimi engelleyici olduğuna ilişkin yaygın bir görüş bulunmaktadır. Stresli bir durum karsısında kullanılan başa çıkma stratejilerinde farklılık görüldüğü gibi bireyin yaşamında stres yaratan kaynaklarda farklılık gösterir. Stres kaynaklarını ailesel, kişisel, sosyal, çevresel ve işle ilgili olmak üzere 5 ana alanda toplayabiliriz.
Stresle başa çıkmak ve yaşam kalitesini arttırmak amacıyla, durumu değiştirme ya da duruma verilen tepkileri değiştirmeye "stres yönetimi" denir. Bu yöntemler; çevresel, zihinsel, ve fiziksel olmak üzere üçe ayrılır.
"Stres yönetimi"nde önemli olan etkili yöntemler kullanmaktır. Stres yönetiminde birçok kişinin etkisiz yöntemler kullanır. Bunların arasında; çevresel stresörlere verilen saldırgan tepkiler, zihinsel yöntemler arasında yer alan bilişsel çarpıtmalar ve savunma mekanizmalarının yoğun kullanımı, fiziksel yöntemlerden ise ilaç, uyuşturucu ve uyarıcı madde, alkol kullanımı sayılabilir. Bu yöntemler, strese yol açan uyarıcı üzerinde etkili olmadığı gibi, bizim bunlara verdiğimiz tepkilerin yaşam kalitemizi arttırma yönünde şekillenmesine de izin vermezler. Ayrıca bunlar fiziksel sağlığımızı tehdit eden ve psikolojik olarak da çökkünlük noktasına gelmemize yol açabilecek etkisiz yöntemlerdir. Etkili yöntemleri çevreye, zihne, bedene ve aynı anda pek çok düzeye yönelik olarak adlandırabiliriz. Stresle baş etmede iki yol vardır: Durumu değiştirmek yada duruma gösterilen tepkileri değiştirmek.
Stres yaratan problemleri sağlıklı çözümü;
a. problemi saptama,
b. seçenekleri gözden geçirme,
c. bir çözüm yöntemini seçme,
d. eyleme geçme ve
e. sonuçları değerlendirme
olarak 5 etapta ifade edilebilir. Problemin ne olduğunu açıkça ortaya koyun, belirginleştirin. Çözüm için olabildiğince çok seçenek bulun. Stresli bir durumdan kaçabilir ya da yok sayabilirsiniz; asıl problemi bir yana bırakarak, problemin yaşattığı duygular üzerinde yoğunlaşabilir veya stresi kendi beklentileriniz, bakış açınız ya da tepkilerinizi değiştirerek azaltabilir veya stresin kaynağından uzaklaşabilirsiniz.
Stresin sizde oluşturduğu semtomları tanıyın, yaşam biçiminize bakın ve neleri değiştirebileceğinize karar verin; fiziksel aktivitenizi arttırın, zamanınızı iyi yönetin, beslenmenize dikkat edin; alkol, kafein, şeker, yağ ve sigaradan olabildiğinde uzak durun, yeterli ve kaliteli uyuyun, sosyal ortamlarda bulunun ,sohbet edin, başkalarına yardım edin, kendinize zaman ayırın, kızgınlıklarınızdan arının, her tartışmayı kazanmaya çalışmaktan vazgeçin, bir şeyleri yarına bırakın, tek seferde her işi yapmaya çalışmayın, mükemmel olmaya çalışmayın, eleştirilerden olumsuz etkilenmeyin, sürekli rekabet etmekten vazgeçin, arkadaşça ve olumlu olmak için ilk adımı atın, keyif almayı bilin, düşünme tarzınızı olumluya değiştirin, gerçekçi hedefler belirleyin, kendinize hata yapma hakkı tanıyın, derin nefesler alarak gevşeyin, ağlayın ve en önemlisi bol bol gülün.
—————